Herkesi,
her şeyi geride bırakıp , tek başına, oradan oraya, geze dolaşa yollara düşmeyi
en azından bir kez istemiştir her insan.. Ben de istedim; ama hiçbir şeyi
geride bırakmadım. Sadece biraz durun, bi kaç zaman bekleyin, az sabredin
dedim.. Sınırları olan o çerçeveden bir anlığına sıyrıldım.. Herkesin sahip
olabileceği, aslında, böyle bir eylem için, sahip olması gerektiğini düşündüğüm
bir an.. Aklımda olan ama bir anda eyleme dönüşen bir tur oldu bu..
Sakarya'dan Nevşehir'e
1.Gün
Sabah
7:30 civarı. Şehirden çıktım ve Sakarya-Düzce yolundayım(meridyen rotası)..
Yalnız olmanın endişesi ve yolculuğun potansiyelinin verdiği heyecanla
ilerliyorum.. Telefon çalıyor. İbrahim Çetiner in tam da işe gittiği
dakikalar.. Geçerken bi göreyim diyor. Tam anlamıyla yola çıkmadan hemen önce
gerçek bi bisikletçiyi görmek iyi geliyor.. Kendime olan güvenimde artış var..
Endişem bir derece azalıyor. Şimdi yolculuğa başlayabilirim..!
Akyazı
sapağından sonra gündoğumu ve doğa güzel bir merhabayla karşılıyor..
Bediltahirbey, Bedilkadirbey, Kazancı, Akbağlık, Harmanlı, Salihiye ve
Kuzuluk.. Mudurnu yolu boyunca ilerliyorum ve aynı zamanda tatlı rampalara
başladım.. İrşadiye'ye vardığımda yarım kalan kahvaltımı tamamladım, çayımı
içtim; devam.. Yeşillikler arasında sürmeye dalmışken kaçmanın bi yolu olmadığı
ilk karşılaşma gerçekleşiyor.. Bir köpek.. Acaba kovalar mı.. Durmuyorum. Yol
düz burada, pedallara asıldım.. Fark etti beni: bas bas bas!! Neyse ki çok
kovalamadı.. Ama o derinden kalın iki havlama sesi enerjimi fullemeye yetti..😁
Yol boyu yeşil dağlar ve aradaki vadilere
dahil olan mahalle ve köyler bir arada çok güzel manzaralarla el sallıyor.. Yol
kenarında birçok çeşme var.. Bazısının suyunun tadına bakmadan geçmiyorum.. Bi
tane daha.. Vaaay bunun yeri çok güzelmiş, fotoğraf çekilir.. Yoldan uzak geniş
bi yerde ve etrafı ağaçlarla çevrili.. Tam bisikleti park edip suya yöneldim ki
garip bi his.. İzleniyorum hissi.. Civarda ev falan yok..
Arkamı dönüp direkt yirmi metre kadar
yukarıya bakınca orman sınırında ağaçların arasında bana bakan iki köpek
gördüm.. Tüylerim diken diken oldu.. Bir iki saniye bakıştık, yollarına devam
ettiler.. Su içmek şimdi daha iyi gelecekti.. Ağaçların arasından devam edip,
yola kadar indiler.. Suyumu içip atladım bisiklete.. Bu kez tam tersi bir
durum, onlar önde ben arkada.. Yol eğimli yavaş yavaş ilerliyorum. Neyseki
biraz daha ilerden tekrar ormana girip kayboluyorlar.. Bu sırada içinde
bulunduğum eylemi bir kez daha sorguluyorum. Ama kısa süre sonra manzaralar bastırıyor
bu düşünceyi..
12:30 a doğru acıktığımı hissediyorum..
Tavşansuyu, Avdullar, Çamyurdu, Akçaalan ve Bekdemirler köyündeyim.. Yol
kenarında güzel bi alabalık tesisinde en az yeri kadar güzel bi yemek.. Bu
mükemmel doğa içinde üstüne bi de Türk kahvesi, offf..! Sabahkinden daha dolu
bi enerjiyle yola devam..
Ilıca, Çayköy, Taşkesti, Tosunlar, Kovucak
ve Çavuşdere.. Sanırım tüm tur boyunca beni en çok zorlayan eğimli yol burada
başladı. -BÜYÜK HATA- Yeteri kadar su almamıştım yanıma.. Yol kenarındaki çeşmelere
güvenerek çok üstünde durmadım bunun ancak tırmanışın başından itibaren bitmek
bilmeyen su ihtiyacı şişenin dibine kadar devam etti.. Durmadı da ama su
kalmamıştı artık.. Hava serin ancak güneş yakıcı, yoğun efor ve durmayan bi
terleme.. Güvendiğim çeşmelerden ses yok.. Tenha yolda ilerliyorum.. Aha bi çeşme..!
Heyecanla yaklaşıyorum; su akmıyor.. :/ Çok geçmeden bi çobanla karşılaştım:
-Su
alabileceğim bi yer var mı?
+Yok.
-Çeşme
var mı ilerde?
+Yol
boyu çeşmeler var.
Bi
rahatlama oluyor, devam ediyorum.
Çevir çevir çevir daha ne kadar, nerde bu
çeşme.. Yok böyle olmayacak. Durup araçlardan su istemem lazım. Durmadı,
durmadı, durmuyor, el hareketi yapma lan, ne yok mu, eyvallah; su yok.. Biraz
durmak iyi geldi.. Çevirmeye devam. Motosikletli biriyle karşılıyorum, belli ki yerli.. “300metre kadar ilerde,
bariyerlerin açıldığı yerde, 20-30 metre kadar içerde; var bi tane.” Süper.
Bitmeyen bi 300 metre.. İşte bariyerler açılıyor, girdim hemen.. 3 yanı
uçurumlarla kaplı bi teras.. Maalesef güzel manzaralı bu yüksek yerde ağaçtan
çok çöplerle karşılaşıyorum.. 20dk boyunca, belki daha fazla, çeşmeyi aradım
ancak yok..! Aşağılara inmek tehlikeli. Su sesi duymuyorum.. Allah Allah..
Yapacak bi şey yok.. Devam etmeliyim. Çok geçmeden karşıdan yavaş yavaş gelen
bi tırla karşılaşıyorum..
-Su
var mı?
+(bi
bakınıyor)Yok valla.
-Peki
çeşme var mı yakınlarda bildiğiniz?
+500
metre ilerde var bi tane..(😑lanet olsun yine mi)
-Eyvallah.
Belki 10 Çeşme geçtim ama hepsini
saklamışlar arkadaş.. Umutsuzca sürmeye devam ediyorum. Aynı zamanda 500 metre
de adım adım sayılıyor kafamda.. Çevir çevir çevir çevir çevir.. Lain..!! İşte
Çeşme orda yatıyor.. (Nasıl bi mutluluk..!) Ama nasıl birine denk geldiysem
artık damla damla akıyor, yok böyle baht.. 3-4 dk. suluğun dolmasını
bekliyorum.. 30-40dk.ymış gibi geliyor.. Vee mutlu son..:)

Çok vakit kaybettim burada ama kendime
gelmem de kolay olmadı.. Bugünkü hedefim Nallıhan idi ama havanın kararmasına
1,5 saatten az kaldı ve Nallıhan a daha en az 2 saatlik yol var.. Sürsem mi
sürmesem mi karar veremiyorum yol boyunca.. Daha ne kadar rampa var acaba
diyerek yola çıktıktan daha bir iki dakika sonra bir tabela.. 'Aynalıkaya
Geçidi, Rakım 1210'.. Meğer zirveye kadar gelmişim.. Muhteşem bir iniş beni
bekliyor olmalı..! Yüküm ağır, kontrollü inmeye çalışıyorum.. Dinlendikten
sonra 35 e yakın bir ortalamayla inmek, bu yükseltide, keskin soğuğu iliklerime
kadar hissettiriyor.. Bir süre indikten sonra Mudurnu yol ayrımına geldim..
Girsem mi girmesem mi girsem mi girmesem mi.. Biraz gittikten sonra çok
geçmeden vazgeçtim.. Nallıhan’a doğru devam.. Yapabileceğim en iyi ortalamayı
koruyabilsem dahi daha çok var.. Mudurnu, Dolayüz, Yüzüncü Yıl, Bostancılar(bi
köyde konaklamaya karar verdim sonunda), Taşçılar(yok içime sinmedi),
Çiller(biraz daha sürebilirim sanırım) ve Doğandere(yeter).. Köylülerden birine
çadır kurabileceğim bi yer olup olmadığını soruyorum..(ilgi alaka çok hoş)
Muhtara yönlendiriyorlar.. Doğandere köyü muhtarı Ahmet abi sağ olsun köy
camisinin misafirhanesinde kalabileceğimi söyledi.. Akşam yemeğe de çağırdı..
Sohbet, muhabbet, çay çok güzel ağırladı.. Buradan geçen bi Fransız çiftten
bahsetti.. Ülkelerinden çıkıp buralara kadar yürüyerek gelmişler.. Hedefleri de
Nevşehir'de bulunan kutsal saydıkları bir kiliseymiş.. Geçerken burada da vakit
geçirmişler biraz.. Şimdi onların izlediği yoldan bir bisikletlinin geçtiğine
şahit oluyor Ahmet abi.. Her şey güzel, daha çok kalmak istesem de
dinlenmeliyim artık.. Sabah erkenden çıkacağımı söyleyip, teşekkürlerden sonra
vedalaşıyorum kendisiyle..

2.Gün
Saat
7:30 civarı.. Uyanıp hemen toparlanmaya başladım. Kapıyı açınca kalıp kalıp
soğuk çarpıyor. Bagajla işim bittiğinde ellerim işlevini kaybetmişti nerdeyse.
8 e doğru çıktım köyden.. Soğuk ama ferah taze lezzetli bir hava.. Nallıhan a
17km miş burası. Hafiften sis çökmüş ormanlık dağlar, Güneş'le beraber nefes
kesen manzaralarla çıkıyor karşıma..
Güzel bi müzikle şu an burada bu manzaraya
karşı bisiklet sürüyor olmak gerçekten eşsiz bir duygu.. Dereköy, Bozyaka,
Akdere ve Nallıhan.. Taptuk Emre nin Yunus Emre nin bir zamanlar bulunduğu
tarihi İpek Yolu’nun geçtiği efsane şehirde dolaşıyorum.. Bir anlığına
yüzyıllar öncesinde hayal ediyorsunuz kendinizi .. Şu, heykeli yapılmış atların
gerçek olduğu zamanları.. Neyseki çok uzaklaşmadım ben bundan.. Benim de Demir
atım var..:)
Şimdiii..
Sıcak bi çorba iyi gider. Oturdum güzel bi yere. Yöresel farklı bi çorba(ismini
unuttum).Çok güzel, çok iyi geliyor. Bi kaç şey daha atıştırıp çayımı içiyorum..
Şimdiki hedefim Emremsultan Köyü.. Nallıhan dan çıktım. Bu noktadan sonra bitki
örtüsü yavaş yavaş değişmeye başladı.. Ağaçlar giderek seyrekleşiyor.. Yeşil
kahveye dönüyor.. 10 km sonra yol ayrımındayım.. Burdan da bi 10 km daha var
köye ve yol boyunca rakım hep düştü(dönüşü düşünmeden edemiyorum).Yolun daha
başında iki yanda sıralanmış ağaçlar güzelce süslemiş yolu.. İlerledikçe uçsuz
bucaksız buğday tarlaları(hasat yapılmış tabi) görüş alanımı dolduruyor.. Yol
sakin manzaralar müthiş.. Bisiklet sürmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı..
Tereddütle
girdiğim köy yollarının kıymetini otoyollarda giderken daha iyi anlayacağım..
Ama hangisi daha kötü; ıssız bi yerde başına bi şey gelmesi ihtimali mi, işlek
bi yoldaki tehlike mi, bilemiyorum.. Ama hangisi daha keyifli gayet açık.
Yakınlaştıkça bağlar bahçeler artıyor.. Bi koyun sürüsü var yol kenarında ve bi
köpek. Hızla geçtim. Nolduğunu anlamadı bile. Ve köydeyim.. Sakin.. Baya
sakin.. İnsan yok. Taptuk Emre türbesine ziyaret ettim. Sularımı tazeledim. Köy
kahvesi falan vardır herhalde bi çay içeyim. İlerliyorum ancak yaşam belirtisi
yok. Yukardan biri iniyor. "Burda çay içebileceğim bi yer var mı?"
Yalçın abi 50li yaşlarda Ankara'da yaşıyor.. Sadece yaz aylarında köyüne
gelirmiş. Sezon kapandığı için de kendisi gibi olan diğer çoğu hane şehre
dönmüş.. Sonbahar bitimine yakın kimse kalmıyormuş köyde. -TERKEDİLMİŞ BİR KÖY- Sadece yazın hareketli
oluyormuş. Benim dışımda buraya gelen bisiklet gruplarının olduğunu da
öğreniyorum. Tabi bu mevsim de değil..:) Israrla misafir edip, çay ikram etmek
istiyor. İçmiş kadar oluyorum ancak yola çıkmam gerek.
Geldiğim gibi gidiyorum usul usul. Bir başka
koyun sürüsü çıkıyor, uğurlamak için yol kenarında bekliyormuşçasına. Etrafımda
uzayan buğday tarlaları ve aralarına serpiştirilmiş ağaçlar çok güzel. Hava
sıcak. Güneş'ten kaçıp, çayım pişerken gölgesinde uzandığımı hayal ettim her
gördüğüm ağaç için.. Aslında şu an bunu yapmadığım için pişmanlık duyduğumu
söyleyebilirim.. Daha fazla yol alma isteği baskın gelmişti sanırım o
sıralarda.. Keşke dursaydım orda..
Neyse..
Rotaya devamm..! Nallıhan’dan çıktığımdan beri hep bi iniş bi çıkış.. İn çık in
çık psikolojik anlamda daha çok yordu.. Mudurnu ya tırmanırken bu kadar şikayet
etmiş miydim emin değilim. Sanırım sürekli olması, eylemin, daha iyi.. Ayaş a
tırmanış baya uzun sürdü zorlandım ama sürekliydi. Geleceğim ona. Şimdi. sürmeye
devam. Bozkır örtüsü artık ipleri tamamen eline almaya niyetli. Ama biraz daha
ilerleyince Nallıhan kuş cennetine varıyorum. Buraya muhakkak girip görmeli
gezmeli her geçen.. Sarıyar barajını doldurup devam eden Sakarya nehri buradan
geçiyor.. Burada meydana gelen havza birçok kuş türü için elverişli ortam
sunmuş.. Gezip dolaştım ancak profesyonel makinalar olmadan görmek(kuşları) pek
mümkün değilmiş.. Birçok farklı yerde gözlem evleri mevcut.. Ama şu güzelim
manzaraları görmek de buraya gelmek için yeterli bi sebep bence..
Bi şeyler yemem lazım ancak burda da sezon
kapandığı için sanırım öyle bi şansım yok.. Düzenlemeler yapan bi kaç çalışan sağ
olsunlar ilgilendiler.. Suyumu depoladım.. Devam! Bi kaç km sonra Çayırhan’a
geliyorum. Baraj kenarına yakın olduğunu bildiğimden hemen kıyıya sürüyorum..
Yemek yiyeceğim güzel bi yer buldum. Burada kamp kuracak pek çok alan var, wc
ve su da var ama 2 saatten fazla zamanım da var akşama kadar.. Hem şu ana kadar
çok oyalandım ve çok fazla mesafe kaydedemedim.. Çayımı da içtikten sonra kıyı
boyu turluyorum. Çok güzel bi yer. Sezon kapanmak üzere olduğundan kimse yok.
Bi kaç balık tutan, temizlik yapan çalışanlar sadece..
Çok
fazla oyalanmadan bu kez yollanıyorum hemen. En azından Beypazarı'na kadar sürmeliyim
bugün.. Çayırhan çıkışında güzel bi rampa daha.. Devasa termik santral in
yanından geçip ilerliyorum.. İn-Çık lar yakamı bırakmıyor.. Yeşil bitki
topluluklar görmek artık çok zor.. Sarı- kahverengi renkler baskın.. Çantırlı,
Kuyucak ve hava kararmadan Beypazarı'na vardım.. Kamp kuracak pek uygun bi yer
yok.. Şehrin biraz dışında varmış sanırım ama vakit geç artık. Şehre dalıp
bakınıyorum hemen.. Uygun bi otel buldum.. Çok güzel, bisikletimi de içeri
aldım. Odayı ve hizmeti göz önünde bulundurunca fiyat gayet uygun..(İpek Yolu
Konağı.. Beypazarı merkezde havuç heykelinin karşısı. Dört katlı tarihi bi
konağı otele çevirmişler. Otelden çok bi evde kalıyormuşsunuz hissi veriyor.
Buraya gelirseniz bu tarzda bi yerde kalmak daha güzel olacaktır. Ben demiyorum
genel olarak öyle bi düşünce mevcut.) Dükkanlar kapanmadan bi turladım.. Yemek
yedim. Taze sıkılmış karadut ve havuç sularına doyamadım.. Genel olarak
fiyatlar Sakarya'dan daha uygun. Tatlı bi şehir burası. Daha çok gezinmek
istesem de vakit durmadan ilerliyor.. Yorgunum dinlenmem lazım.
3. Gün
Saat
9:00 civarı.. Buradan ayrılamıyorum.. Akşam kapalı olan restorana ait Mevlana
kulesine tırmandım.. Kule kısmı artık kullanılmıyormuş ama başka bi şirkete
devretmişler.. Tepeye çıkınca buranın nasıl değerlendirilmediğine hayret
ediyorum.. Beypazarı'na her açıdan bakan çok güzel manzaraları var. Bu
yükseklikten bakınca kaldığım otele benzeyen birçok konak daha olduğunu farkettim. Sadece otel olarak değil birçoğu
halen kullanılmakta olan evler sanırım. Bi dahaki sefere bi çay içerim artık
burada.. Bii kaç foto alıp bugünkü yolculuğuma başlıyorum. Şimdiki hedef Ayaş.
Ayaş’a
doğru yol üstünde pek bi şey yok. Uzun uzun araziler, irili ufaklı dağlar
tepeler.. Manzaralar müthiş ve benzer.. Ayaş a yaklaştım. Uzaktan görüyorum..
Güzel bi iniş var ama görünen o ki çıkış da var.. Sınırına girer girmez
başladı.. Tırman tırman tırman. Bitmiyor. Bi süre sonra merkezdeyim. Bi çay
içip bi şeyler atıştırmalı. Oturduğum
yerin işletmecisi Sakaryalı çıkıyor.. Çalışanlara Sakarya'dan geldiğimi
söyleyince hayret ediyorlar. Kafayı mı yedin ne işin var.. Kimisi hayran kaldı
kimisi pek inanamadı .. Yandaki esnaflar da dahil oluyor. Ama çoğu ilgiyle
soruyordu; şöyle olursa nolur böyle olursa napacaksın.. Hemen hemen her şeye
hazırlıklı olduğumu açıklıyorum ilgili gözlere. Her soruyu cevaplamaya
çalışıyorum. Sakaryalı arkadaşla da muhabbet ediyoruz. Babası akyazıdanmış..
Sürekli gidip gelirmiş. Buradaki yoğun ilgi hoşuma gitti.. Birinin telefon
numarasını aldım. Başıma bi iş gelmesi durumunda aramamı söylediler. Sağ olsunlar. Yemek için daha erken. Ama tam
çıkarken yöresel yemeklerin yapıldığı bi yer.. Bi şeyler alıyorum yolda yemek
için. Merkezden yukarı büyük bir parktan geçip çıktım Ayaş tan. Kirazdibi
göletinin yanından geçip köy yollarına düştüm.. Sanırım yolculuğun en ıssız
günü bugün olacak. Öylede oldu.. Bu noktadan sonra telefonun çekmemesi
ihtimaline karşı(ki çekmedi) haritanın fotoğraflarını çekiyorum.. Devam..
Kirazdibinden hemen sonra.. Ayaş Açık Ceza İnfaz Kurumu.. Buralar mesire alanı
için uygun yerler ki öyle yapmışlar zaten.. Ama bi tarafta dışarda özgürce
yiyip içen eğlenen oynayan insanları diğer tarafta da İnfaz kurumundakileri
düşününce tuhaf bir komşuluk olmuş.. Bisikletimle duvarlarının önünde geçerken
garip hissettim.. Ama haketmeseydi orda olmazdı; çok takılmadım. Zira düşünmem
gereken daha önemli şeyler var. Kurumu çok geçmeden yol kenarında bi köpek,
kocaman, bi şeye havlıyor .. Neyseki yokuş aşağı, basıyorum.. Tabi beni görünce
hemen ilgisi bu yöne kaydı. Hah! bi tane de sağdan geliyor. Hızla geçtiğimden
çok kovalamadılar.. Sakinliyorum. Ağır, ağır.. Yavaş yavaş.. Ortalık birden
sessizleşti.. Durdum sanki ama hala sürüyorum.. -BEN VE KENDİM- Araç yok, ev
yok, hayvan yok, insan yok.. Çorak araziler, dağlar tepeler.. Hafifçe esen
rüzgar, mavi gökyüzü, parlak güneş.. Tekerimin sesi dışında ses yok. Yalnız
olduğumu hiç bu kadar hissetmemiştim yol boyunca.. Müthiş anlar..
Karaçukur, Aykut, Karakoyun, Atasoy ve
Tekkeköy.. Tekkeköy’e varmadan acıktığımı hissediyorum. Uygun bi yer bulmak
lazım.. İşte iki köylü .. Traktörün gölgesinde oturuyorlar. Yanlarına gittim
hemen. "Yarım saat erken gelseydin beraber yerdik." Neyseki
hazırlıklıyım. Yine de sağ olsunlar, kendi kavunlarından bi tane kesiyorlar
benim için. Yemeğimi yerken muhabbet ediyoruz. Birçok yerde gördüğüm gibi burda
da buğday ekimiyle meşguller.. Onların da köyü nde(Tekkeköy) genç nüfus çok az.
Çocuklar okumak için gidiyor normal olarak çoğu dönmüyor. Kadın nüfusu düşükmüş
köyün.. Başka köylerden de buraya gelin gelmediğinden yakınıyorlar..:)) Bi
terslik var demek ki.. Neyse, çok kurcalamayayım. Kavun için teşekkür edip
yanıma aldığım bazı nevalelerden ikram ediyorum.. Onlar işlerine ben yoluma..
Devam..! Mola verdiğim yerden 10 km ötede Tekkeköy.. İniş çıkışlar bitmek bilmiyor..
Ve köy uzaktan belirdi.. Waaay güzel manzaralı bir yalak.. Yüksekçe, Tekkeköy
ve buğday tarlalarını görüyor.. Burda da tarla süren 50li yaşlarda bi köylüyle
tanışıyorum.. Muhabbet ediyoruz. Sakarya'dan geldiğime inanmadı..
-Allah
Allah deli misin divane misin tek başına napıyon ya.
+Bisiklete
bi alışırsan herşeyi yaparsın dayı..
-Teker
patlarsa?
+Yedek
lastik var.
-Zincir
koparsa?
+Yedeği
var.
-(tuhaf
bi kahkaha) yaw telefonu nasıl şarj ediyon?
+Yedek
bataryam var.
-
Allah Allah yaw napıyon sen yaw(gülüyor)
Gitmem
lazım diyorum bırakmıyor.. Yalnız başına tarla sürüyor. Belli ki sıkılmış..
Biraz daha kalıp bi kaç foto dan sonra devam ediyorum..
Tekkeköy,
Anayurt, Malıköy, Alcı, Ballıkuyumcu, Aşağıyurtçu ve Yukarıyurtçu.. Son üç köy
Ankara- Eskişehir yolu üstünde.. Bu yola girmeden önce sanırım yön duygumu
kaybettim.. Sıcaktan mı yorgunluktan mı, harita elimde olmasına rağmen bi türlü
aklım almıyor.. -ERROR- Yol kenarında
sordum birine.. Ankara'yı gösterdiği halde ısrarla tersi yönünde olduğunu iddia
ediyorum.. Ankaralı adamdan iyi mi bili cen..!?(o an öyleydim ama) Allah Allah
deyip sürmeye başladım.. Ankara Eskişehir yoluna vardığımda adamı dinlemeyip
doğru bildiğim yöne döndüm ki çok geçmeden Eskişehir 'bilmem kaç km' tabelasını
görünce kuzey güney doğu batı bi anda yerle bir oldu kafamda.. Mecburen geri
dönüp yolun karşısına geçtim.. Bi an, tabelalara bağımlı olduğumu hissettim.
Ama kafamı toparlamaya çalışıp sürmeye odaklanmalıydım.. Yukarıyurtçu da baya
yukarıdaymış.. Artık yorgunluğa dayanamayıp bi petrole attım kendimi..
Gölbaşı'ndan geçecektim.. Hemen haritaya bakıyorum mogan gölü ooo daha 25 km kadar daha
var.. Soruyorum yol durumunu.. "10km kadar rampa var." Saat 17:00 ı
geçti.. Mogan gölü kıyısında kamp yerleri varmış.. Hatta belediyeye ait
güvenlikli bi yer de var. Konuştuğum, yolu ve rampayı tartıştığımız adamlardan
biri petrolün müdürüymüş.. "Burda kalabilir miyim? Çadırım var, uygun bi
yer gösterin, size engel olmayacak şekilde, kalırım orda.." Sağ olsun
ilgileniyor.. "Çay kahve istediğin kadar içebilirsin." Çok iyi..
Gidememe durumunda yerimi garanti altına aldım ancak hala kararsızım.. Hala
gidebilirsin diyor bi yanım.. (Yol boyunca en kararsız olduğum anlar olacak
buradakiler) Güneş de iyiden iyiye saldı kendini.. Artık kahvaltıyı gölbaşında
yaparım deyip çadırımı alıp bana gösterilen yere kurdum..
4. Gün
Saat
5:30 civarı.. Müthiş bi soğuk. Beypazarı'ndaki rahatlıktan sonra burası karbondan inip demire binmek gibi.. Bu
saatten sonra uyumaya çalışsam da pek verimli uyuyamadım.. 7:30 gibi kalkıp
toparlanmaya başladım.. Eşyalar, çadır, bagaj derken, çalışırken ısınmış
oldum.. Tamamdır diyip bisiklete biniyordum ki o da kim.. Büyük sırt çantalı
biri yaklaşıyor.. Andre. Rusya'dan gelmiş. Otostopla Türkiye turuna çıkmış..
Hedeflediği sürenin(1ay) sonuna varmak üzere.. Benim bagajımdaki kadar bi yük
sırtında.. Kısa bi muhabbetten sonra(tabi onun da benim de ingilizce yetersiz
olunca) Beypazarı'ndan aldığım cevizli sucuktan ikram ediyorum biraz.. Eh o
yoluna ben yoluma.. Şu zamana kadar hiç bisikletli denk gelmedi, gelmeyecek
de.. Ama bir çok motosikletli turcuyla karşılaştım.. Selam vermeyi ihmal
etmiyorlar.. Bu bisiklet sürme eylemini gerçekleştirirken en çok hoşuma giden
şeylerden biri de bu.. Birbirlerini hiç tanımasalar da turcular arasında
evrensel bir destek, bir dayanışma var ortada.. Evet. Gölbaşına yaklaşık 25km
olması gerek.. Kahvaltı öncesi güzel bi antrenman.. Ancak inanılmaz bi trafik,
üç şerit ve hepsinde vızır vızır araçlar.. Tırmanmaya devam ediyorum..
Görülecek bi şey yok yol boyunca.. Ta ki Mogan gölü kendini gösterene kadar..
Dodurga,
İncek, Hacılar ve Gölbaşı.. Yoruldum, açım(şurası iyi gibi. Bi şeyler yiyip
dinlendikten sonra çok oyalanmadan devam.. Gölbaşı'ndan çıktım.. Kayda değer pek bi şey yok sürüş
dışında, yolun devamında.. Güzel bi tırmanıştan sonra nefeslenmek üzere
durmuşken bi motosikletli yanaştı.. Alper. Konya da hukuk okuyormuş.. Aynı
zamanda kendi motoruyla kuryelik yapıyor.. Bisiklete zorladım biraz ama
bakalım.. Bir günlüğüne Konya'dan
Ankara'ya turlamaya gelmiş.. Tanışır tanışmaz ilk sorduğu soru zor
olmuyor mu.. Arabadakiler de aynı şeyi sana motor için söylüyor de mi..!? Kısa
bi muhabbetten sonra devam ediyoruz.. Daha çok yol odaklı bir gün oluyor.. Hava
sıcak.. Öğle yemeği için mola verdiğimde yandığımı farkettim.. Gerekli önlemi
alıyorum ancak yeterli olmayacak..
Güneş
baya alçaldı.. Yaşam Park diye bir yer var ilerde; çok iyi..! Gerçekten de
güzel bir yer. Ağaçlık bi alan var tam çadırlık.. Petrolün hemen arkası..
Konuştum hemen birileriyle ama yolculuk boyunca ilk kez olumsuz bir karşılık
aldım.. -BURASI YASAK PARK- Daha erken
sayılır.. Uygun bi yer bulurum muhakkak.. Yaşam Park ı Yasak Park olarak
hafızama kazıyıp devam ediyorum.. Bi kaç km sonra yine geniş bi petrole vardığımda
muhabbete başlar başlamaz kamp yerime geldiğimi anlıyorum..:) çadır kuracak yer
olmasına rağmen içerde müşterilerin oturup çay içtiği yerde gece bi yer
ayarlarız dediler.. Çok güzel. Bir öncekine göre buradaki çalışanlar daha cana
yakın, samimiydi.. İlerleyen saatlerde "Boşver sen en iyisi mescidde yat
gece pek kimse kullanmıyor zaten." dediklerinde bunu daha iyi anlıyorum..
Sakarya'dan geldiğimi duyunca şaşırıyorlar tabi.. Klasik: "Manyak mısın,
ne işin var, başına bi iş gelse.." Güzel güzel anlatmaya çalışıyorum.. Bi
nebze de olsa akla çok uzak olmadığını gösterdim sanırım.. Buna rağmen ısrarla:
"Bi kamyonla, tırla konuşalım at arkasına bisikleti Nevşehir'de in."
:) olabilir tabi, başından beri olabilirdi de o zaman ne anlamı kalırdı bunun..
"Ya boşver onu bunu bak bir sürü kamyon var." :)) muhabbet güzel,
sınırsız çay çok iyi.. Ama dinlenmeli.. Buradan Nevşehir'e yaklaşık 200km daha
var.. Tüm gece acaba yarın zorlasam varır mıyım falan.. Karanlığa kalırsam da aydınlatmalar
tam.. 4 gün boyunca hiç kullanmadığımdan hepsinin şarjı tam.. Bunları düşüne
düşüne bir önceki günün rahatsız, soğuk, daha az güvenli kamp yerinden uzak
kapalı sıcak ve rahat yerimde uyuyakalıyorum..
5.Gün
Saat
7:30 civarı.. Bugün en erken yola çıktığım gün olacak.. Tabi aklımda dünkü
mevzu.. Çayımı içip bi şeyler atıştırıyorum.. Kafamda tuz gölünde kahvaltı
yapmak var.. Mesai bitimine yakın çıktığımdan önceki akşam ve gece
vardiyasındaki herkes bir araya geliyor.. Hepsiyle vedalaştım.. Oteldeymişim
hatta evimdeymişim gibi rahat ettim.. Sağ olsunlar. Şimdi sürelim.. Tabi
müziğin de etkisiyle yoğun bi enerji hissediyorum.. Gece erken uyudum ve
deliksiz kaliteli bi uyku çektim.. Yola çıkma saati de fena sayılmaz.. Aslında
200km yapmak için kötü bi başlangıç değil..
15-20
km kadar tempolu bi sürüşten sonra ki bu aynı zamanda tuz gölünün başladığı
yere denk geliyor, fena bir rüzgar başlıyor.. Yola çıkmadan evvel "Rüzgar
arkandan essin." dileklerinde bulunmuştu bazı arkadaşlar.. Yol boyunca pek
rüzgar yoktu ama sanki bugün, böyle bi niyete girmişken, sırf bana inat olsun
diye, dört gündür ortalıkta görünmeyen rüzgar birikip birikip bir anda yüzüme
çarpmaya başlamıştı.. Gerçekten sinir bozucu.. Tuz gölü müzesine kadar devam
etti böyle.. Burada kahvaltımı yaptıktan sonra göl üzerinde bir iki tur atıp
çayımı da içtikten sonra rüzgarın dinmiş olmasını ümit ederek çıktım yola..
Tuz gölü boyunca yine çok güzel manzaralar
eşlik ediyor.. Yıllardır bu yol üzerinden otobüsle geçerken şu doğada yürümeyi
veya bisiklet sürmeyi hayal etmişimdir birileriyle.. Çünkü yalnız başıma yol
alacağım aklıma gelmiş olsa da bu ıssız ortam ürkütmüştür beni.. Ama yıllar
sonra bunun gerçekleşebilme ihtimaline olan inancımın artması ve zamanla
gelişip bu şekilde eyleme dönüşmesi gerçekten müthiş duyguydu o an.. Yanımda
akıp giden manzara güzel olmasına güzel de sanırım bunun bi bedeli var ve o da
şu anda yüzüme yüzüme vuruyor.. Ne rüzgarmış yaw..
Tuz
Gölü, Tuz Gölü, Tuz Gölü, Şeyhkuyusu ve Şereflikoçhisar.. Buraya kadar
bırakmadı rüzgar.. Bi çay içeyim. Bi kamyon/tır şoförüyle konuşuyorum..
-Çok
var mı Aksaray'a?
+Daha
50-60 km var; yolun çoğu rampa nerdeyse..
-(Naptın
abi sen yaaa..!) Yapma yaw.
60km kadar yol yaptım, daha saat erken ama
rüzgar yıprattı baya.. Bi hayal kırıklığında gördüm kendimi o an gelecekte bi yerde..
Çok oyalanmadan çıktım hemen yola.. Şereflikoçhisardan sonra tuz gölü bir süre
daha benimleydi ve rüzgar da tabi.. Sonrasında şofürün dediği gibi rampa
başladı ama ciddi bi eğimde değildi.. Böyle devam ederse iyi olur.. Yer yer
sıkıntılı yerler olsa da yol genel olarak bu şekildeydi.. Öğle yemeğine kadar
molaları önceki günlere göre çok daha kısa tuttum.. Düşündüğümden daha iyi yol
yapmıştım buraya kadar.. Evet Aksaray'a 15-20km kaldı.. Öğle molasından
kısmadım.. Şayet Nevşehir olacaksa hedefim daha 80km üzerinde bir yolum var..
Tuz Gölü, Altınkaya, Sarayhan, Acıpınar, Baymış, Çimeliyeniköy, Hırkatolu ve
Aksaray.. Aksaray merkeze varmadan sola(Nevşehir'e) sapınca fena bi rampa var..
Otobüsle geçerken hiç anlamıyorsun bile.. Ama bugün buradan geçerken saygı
duyuyorum.. Aşırı sıvı kaybettim .. Her fırsatta bi şeyler içmeye çalıştım.. O
rampadan sonra Gençosman köyünden yine bi şeyler içtikten sonra çıktım yola..
Bir süre sonra farkettim ki eldivenlerim yok.. Bagaja çantamın üstüne koymuştum
.. Bi tanesi oradaydı ama diğeri yok.. Geri dönüp alsam mı tereddütte kaldım bi
an.. Zaten eskimişti baya, yenisinin zamanı gelmişti.. Hem vaktim daraldı geri
dönmek karanlıkta süreceğim zamanın lehine olacaktı.. Geride kalanları geride
bırakma vakti işte bu noktadan sonra başladı.. (Tabi bu, bazı nesneler için
geçerli.. BİSİKLETLİLER DERNEĞİ nin bi üyesi olarak bir kimseyi geride bırakmak
yakışmaz..)Zira artık Nevşehir e bi şekilde ulaşacaktım bugün, gece veya her ne
şekilde olacaksa..Tek eldivenle devam..!!
Gençosmandan
sonra yol inanılmaz berbat.. Mıcırlı yol.. Emniyet şeridi çok
kullanılmadığından buradaki taşlar bağımsız harekete ediyor ve sürüş konusunda
gerçekten büyük bi problem..
Burada
da ciddi iniş ve çıkışların olması bu tehlikeyi bi kat daha arttırıyor.. Gün
batımına yakın sıralarda müthiş görsel ziyafetler çekiyorum.. Tırmandığım her
büyük rampanın sonunda durup izledim bunu nerdeyse.. Ve her seferinde de güneş
biraz daha aşağı inmiş oluyordu..
Hava
tam anlamıyla kararmadan Acıgöle varırım diye düşünmüştüm ancak öyle olmadı..
Yolculuk boyunca ilk karanlık sürüşüm olacaktı bu.. Tabi bunu yapmamın sebebi
de artık hedefime çok yaklaşmış olmamdı.. Gençosman, Ağzıkarahan, Yalnızceviz,
Bebek, Çağlayan, Cunhuriyet, Alayhanı, Yalman vee Acıgöl.. Eğer Acıgöle geldiyseniz
artık Nevşehir'de sayılırsınız.. Hava tamamen karardı.. Ancak güzel bi huzur
içindeyim.. Eve varacak olmanın heyecanı Aksaray dan itibaren tüm kötü
koşullara rağmen bana ciddi bi motivasyon kaynağı oldu.. Son molamı veriyorum..
Şu ana kadar içtiğim en güzel çay..:) tarif edilemez bi keyif içindeyim.. Ancak
daha 20km kadar yolum var. Karanlık, yol kötü, kamyon ve otobüsler eksik
olmuyor.. Aydınlatmalar çalışıyor ama ateş topu da olsam yine de yetersiz
kalırdı.. Ne kadar da yakınlaşmış olsam da durum bundan ibaret.. Mola verdiğim
petrolde ısmarladıkları çay için teşekkür edip ayrıldım.. Önceki 4 günün
biriken yorgunluğunu dahil etmesem bile son gün şu noktaya kadar 170km den fazla yol yaptım ve
tuhaf bi şekilde fiziksel anlamda o kadar da yorgun hissetmiyorum.. Belki de
diğer güzel duygular bunu bastırıyordu, emin değilim.. Ama Nevşehir'e
vardığımda yol almam gereken bi mesafe daha olsaydı sürebileceğimden
emindim..:)
Veee
işte o tabela.. Nevşehir……
Şimdi sürelim..