29 Ekim 2017 Pazar

bike

Herkesi, her şeyi geride bırakıp , tek başına, oradan oraya, geze dolaşa yollara düşmeyi en azından bir kez istemiştir her insan.. Ben de istedim; ama hiçbir şeyi geride bırakmadım. Sadece biraz durun, bi kaç zaman bekleyin, az sabredin dedim.. Sınırları olan o çerçeveden bir anlığına sıyrıldım.. Herkesin sahip olabileceği, aslında, böyle bir eylem için, sahip olması gerektiğini düşündüğüm bir an.. Aklımda olan ama bir anda eyleme dönüşen bir tur oldu bu..

Sakarya'dan Nevşehir'e

1.Gün

Sabah 7:30 civarı. Şehirden çıktım ve Sakarya-Düzce yolundayım(meridyen rotası).. Yalnız olmanın endişesi ve yolculuğun potansiyelinin verdiği heyecanla ilerliyorum.. Telefon çalıyor. İbrahim Çetiner in tam da işe gittiği dakikalar.. Geçerken bi göreyim diyor. Tam anlamıyla yola çıkmadan hemen önce gerçek bi bisikletçiyi görmek iyi geliyor.. Kendime olan güvenimde artış var.. Endişem bir derece azalıyor. Şimdi yolculuğa başlayabilirim..!
Akyazı sapağından sonra gündoğumu ve doğa güzel bir merhabayla karşılıyor.. Bediltahirbey, Bedilkadirbey, Kazancı, Akbağlık, Harmanlı, Salihiye ve Kuzuluk.. Mudurnu yolu boyunca ilerliyorum ve aynı zamanda tatlı rampalara başladım.. İrşadiye'ye vardığımda yarım kalan kahvaltımı tamamladım, çayımı içtim; devam.. Yeşillikler arasında sürmeye dalmışken kaçmanın bi yolu olmadığı ilk karşılaşma gerçekleşiyor.. Bir köpek.. Acaba kovalar mı.. Durmuyorum. Yol düz burada, pedallara asıldım.. Fark etti beni: bas bas bas!! Neyse ki çok kovalamadı.. Ama o derinden kalın iki havlama sesi enerjimi fullemeye yetti..😁


   Yol boyu yeşil dağlar ve aradaki vadilere dahil olan mahalle ve köyler bir arada çok güzel manzaralarla el sallıyor.. Yol kenarında birçok çeşme var.. Bazısının suyunun tadına bakmadan geçmiyorum.. Bi tane daha.. Vaaay bunun yeri çok güzelmiş, fotoğraf çekilir.. Yoldan uzak geniş bi yerde ve etrafı ağaçlarla çevrili.. Tam bisikleti park edip suya yöneldim ki garip bi his.. İzleniyorum hissi.. Civarda ev falan yok..

   Arkamı dönüp direkt yirmi metre kadar yukarıya bakınca orman sınırında ağaçların arasında bana bakan iki köpek gördüm.. Tüylerim diken diken oldu.. Bir iki saniye bakıştık, yollarına devam ettiler.. Su içmek şimdi daha iyi gelecekti.. Ağaçların arasından devam edip, yola kadar indiler.. Suyumu içip atladım bisiklete.. Bu kez tam tersi bir durum, onlar önde ben arkada.. Yol eğimli yavaş yavaş ilerliyorum. Neyseki biraz daha ilerden tekrar ormana girip kayboluyorlar.. Bu sırada içinde bulunduğum eylemi bir kez daha sorguluyorum. Ama kısa süre sonra manzaralar bastırıyor bu düşünceyi..
    
   12:30 a doğru acıktığımı hissediyorum.. Tavşansuyu, Avdullar, Çamyurdu, Akçaalan ve Bekdemirler köyündeyim.. Yol kenarında güzel bi alabalık tesisinde en az yeri kadar güzel bi yemek.. Bu mükemmel doğa içinde üstüne bi de Türk kahvesi, offf..! Sabahkinden daha dolu bi enerjiyle yola devam..
   Ilıca, Çayköy, Taşkesti, Tosunlar, Kovucak ve Çavuşdere.. Sanırım tüm tur boyunca beni en çok zorlayan eğimli yol burada başladı. -BÜYÜK HATA- Yeteri kadar su almamıştım yanıma.. Yol kenarındaki çeşmelere güvenerek çok üstünde durmadım bunun ancak tırmanışın başından itibaren bitmek bilmeyen su ihtiyacı şişenin dibine kadar devam etti.. Durmadı da ama su kalmamıştı artık.. Hava serin ancak güneş yakıcı, yoğun efor ve durmayan bi terleme.. Güvendiğim çeşmelerden ses yok.. Tenha yolda ilerliyorum.. Aha bi çeşme..! Heyecanla yaklaşıyorum; su akmıyor.. :/ Çok geçmeden bi çobanla karşılaştım:
-Su alabileceğim bi yer var mı? 
+Yok.
-Çeşme var mı ilerde?
+Yol boyu çeşmeler var.
Bi rahatlama oluyor, devam ediyorum.

   Çevir çevir çevir daha ne kadar, nerde bu çeşme.. Yok böyle olmayacak. Durup araçlardan su istemem lazım. Durmadı, durmadı, durmuyor, el hareketi yapma lan, ne yok mu, eyvallah; su yok.. Biraz durmak iyi geldi.. Çevirmeye devam. Motosikletli biriyle karşılıyorum,  belli ki yerli.. “300metre kadar ilerde, bariyerlerin açıldığı yerde, 20-30 metre kadar içerde; var bi tane.” Süper. Bitmeyen bi 300 metre.. İşte bariyerler açılıyor, girdim hemen.. 3 yanı uçurumlarla kaplı bi teras.. Maalesef güzel manzaralı bu yüksek yerde ağaçtan çok çöplerle karşılaşıyorum.. 20dk boyunca, belki daha fazla, çeşmeyi aradım ancak yok..! Aşağılara inmek tehlikeli. Su sesi duymuyorum.. Allah Allah.. Yapacak bi şey yok.. Devam etmeliyim. Çok geçmeden karşıdan yavaş yavaş gelen bi tırla karşılaşıyorum..
-Su var mı?
+(bi bakınıyor)Yok valla.
-Peki çeşme var mı yakınlarda bildiğiniz?
+500 metre ilerde var bi tane..(😑lanet olsun yine mi)
-Eyvallah.
   Belki 10 Çeşme geçtim ama hepsini saklamışlar arkadaş.. Umutsuzca sürmeye devam ediyorum. Aynı zamanda 500 metre de adım adım sayılıyor kafamda.. Çevir çevir çevir çevir çevir.. Lain..!! İşte Çeşme orda yatıyor.. (Nasıl bi mutluluk..!) Ama nasıl birine denk geldiysem artık damla damla akıyor, yok böyle baht.. 3-4 dk. suluğun dolmasını bekliyorum.. 30-40dk.ymış gibi geliyor.. Vee mutlu son..:)

   Çok vakit kaybettim burada ama kendime gelmem de kolay olmadı.. Bugünkü hedefim Nallıhan idi ama havanın kararmasına 1,5 saatten az kaldı ve Nallıhan a daha en az 2 saatlik yol var.. Sürsem mi sürmesem mi karar veremiyorum yol boyunca.. Daha ne kadar rampa var acaba diyerek yola çıktıktan daha bir iki dakika sonra bir tabela.. 'Aynalıkaya Geçidi, Rakım 1210'.. Meğer zirveye kadar gelmişim.. Muhteşem bir iniş beni bekliyor olmalı..! Yüküm ağır, kontrollü inmeye çalışıyorum.. Dinlendikten sonra 35 e yakın bir ortalamayla inmek, bu yükseltide, keskin soğuğu iliklerime kadar hissettiriyor.. Bir süre indikten sonra Mudurnu yol ayrımına geldim.. Girsem mi girmesem mi girsem mi girmesem mi.. Biraz gittikten sonra çok geçmeden vazgeçtim.. Nallıhan’a doğru devam.. Yapabileceğim en iyi ortalamayı koruyabilsem dahi daha çok var.. Mudurnu, Dolayüz, Yüzüncü Yıl, Bostancılar(bi köyde konaklamaya karar verdim sonunda), Taşçılar(yok içime sinmedi), Çiller(biraz daha sürebilirim sanırım) ve Doğandere(yeter).. Köylülerden birine çadır kurabileceğim bi yer olup olmadığını soruyorum..(ilgi alaka çok hoş) Muhtara yönlendiriyorlar.. Doğandere köyü muhtarı Ahmet abi sağ olsun köy camisinin misafirhanesinde kalabileceğimi söyledi.. Akşam yemeğe de çağırdı.. Sohbet, muhabbet, çay çok güzel ağırladı.. Buradan geçen bi Fransız çiftten bahsetti.. Ülkelerinden çıkıp buralara kadar yürüyerek gelmişler.. Hedefleri de Nevşehir'de bulunan kutsal saydıkları bir kiliseymiş.. Geçerken burada da vakit geçirmişler biraz.. Şimdi onların izlediği yoldan bir bisikletlinin geçtiğine şahit oluyor Ahmet abi.. Her şey güzel, daha çok kalmak istesem de dinlenmeliyim artık.. Sabah erkenden çıkacağımı söyleyip, teşekkürlerden sonra vedalaşıyorum kendisiyle..

2.Gün
Saat 7:30 civarı.. Uyanıp hemen toparlanmaya başladım. Kapıyı açınca kalıp kalıp soğuk çarpıyor. Bagajla işim bittiğinde ellerim işlevini kaybetmişti nerdeyse. 8 e doğru çıktım köyden.. Soğuk ama ferah taze lezzetli bir hava.. Nallıhan a 17km miş burası. Hafiften sis çökmüş ormanlık dağlar, Güneş'le beraber nefes kesen manzaralarla çıkıyor karşıma.. 


 Güzel bi müzikle şu an burada bu manzaraya karşı bisiklet sürüyor olmak gerçekten eşsiz bir duygu.. Dereköy, Bozyaka, Akdere ve Nallıhan.. Taptuk Emre nin Yunus Emre nin bir zamanlar bulunduğu tarihi İpek Yolu’nun geçtiği efsane şehirde dolaşıyorum.. Bir anlığına yüzyıllar öncesinde hayal ediyorsunuz kendinizi .. Şu, heykeli yapılmış atların gerçek olduğu zamanları.. Neyseki çok uzaklaşmadım ben bundan.. Benim de Demir atım var..:)

Şimdiii.. Sıcak bi çorba iyi gider. Oturdum güzel bi yere. Yöresel farklı bi çorba(ismini unuttum).Çok güzel, çok iyi geliyor. Bi kaç şey daha atıştırıp çayımı içiyorum.. Şimdiki hedefim Emremsultan Köyü.. Nallıhan dan çıktım. Bu noktadan sonra bitki örtüsü yavaş yavaş değişmeye başladı.. Ağaçlar giderek seyrekleşiyor.. Yeşil kahveye dönüyor.. 10 km sonra yol ayrımındayım.. Burdan da bi 10 km daha var köye ve yol boyunca rakım hep düştü(dönüşü düşünmeden edemiyorum).Yolun daha başında iki yanda sıralanmış ağaçlar güzelce süslemiş yolu.. İlerledikçe uçsuz bucaksız buğday tarlaları(hasat yapılmış tabi) görüş alanımı dolduruyor.. Yol sakin manzaralar müthiş.. Bisiklet sürmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı..



Tereddütle girdiğim köy yollarının kıymetini otoyollarda giderken daha iyi anlayacağım.. Ama hangisi daha kötü; ıssız bi yerde başına bi şey gelmesi ihtimali mi, işlek bi yoldaki tehlike mi, bilemiyorum.. Ama hangisi daha keyifli gayet açık. Yakınlaştıkça bağlar bahçeler artıyor.. Bi koyun sürüsü var yol kenarında ve bi köpek. Hızla geçtim. Nolduğunu anlamadı bile. Ve köydeyim.. Sakin.. Baya sakin.. İnsan yok. Taptuk Emre türbesine ziyaret ettim. Sularımı tazeledim. Köy kahvesi falan vardır herhalde bi çay içeyim. İlerliyorum ancak yaşam belirtisi yok. Yukardan biri iniyor. "Burda çay içebileceğim bi yer var mı?" Yalçın abi 50li yaşlarda Ankara'da yaşıyor.. Sadece yaz aylarında köyüne gelirmiş. Sezon kapandığı için de kendisi gibi olan diğer çoğu hane şehre dönmüş.. Sonbahar bitimine yakın kimse kalmıyormuş köyde.  -TERKEDİLMİŞ BİR KÖY- Sadece yazın hareketli oluyormuş. Benim dışımda buraya gelen bisiklet gruplarının olduğunu da öğreniyorum. Tabi bu mevsim de değil..:) Israrla misafir edip, çay ikram etmek istiyor. İçmiş kadar oluyorum ancak yola çıkmam gerek.






 Geldiğim gibi gidiyorum usul usul. Bir başka koyun sürüsü çıkıyor, uğurlamak için yol kenarında bekliyormuşçasına. Etrafımda uzayan buğday tarlaları ve aralarına serpiştirilmiş ağaçlar çok güzel. Hava sıcak. Güneş'ten kaçıp, çayım pişerken gölgesinde uzandığımı hayal ettim her gördüğüm ağaç için.. Aslında şu an bunu yapmadığım için pişmanlık duyduğumu söyleyebilirim.. Daha fazla yol alma isteği baskın gelmişti sanırım o sıralarda.. Keşke dursaydım orda.. 


Neyse.. Rotaya devamm..! Nallıhan’dan çıktığımdan beri hep bi iniş bi çıkış.. İn çık in çık psikolojik anlamda daha çok yordu.. Mudurnu ya tırmanırken bu kadar şikayet etmiş miydim emin değilim. Sanırım sürekli olması, eylemin, daha iyi.. Ayaş a tırmanış baya uzun sürdü zorlandım ama sürekliydi. Geleceğim ona. Şimdi. sürmeye devam. Bozkır örtüsü artık ipleri tamamen eline almaya niyetli. Ama biraz daha ilerleyince Nallıhan kuş cennetine varıyorum. Buraya muhakkak girip görmeli gezmeli her geçen.. Sarıyar barajını doldurup devam eden Sakarya nehri buradan geçiyor.. Burada meydana gelen havza birçok kuş türü için elverişli ortam sunmuş.. Gezip dolaştım ancak profesyonel makinalar olmadan görmek(kuşları) pek mümkün değilmiş.. Birçok farklı yerde gözlem evleri mevcut.. Ama şu güzelim manzaraları görmek de buraya gelmek için yeterli bi sebep bence..

    Bi şeyler yemem lazım ancak burda da sezon kapandığı için sanırım öyle bi şansım yok.. Düzenlemeler yapan bi kaç çalışan sağ olsunlar ilgilendiler.. Suyumu depoladım.. Devam! Bi kaç km sonra Çayırhan’a geliyorum. Baraj kenarına yakın olduğunu bildiğimden hemen kıyıya sürüyorum.. Yemek yiyeceğim güzel bi yer buldum. Burada kamp kuracak pek çok alan var, wc ve su da var ama 2 saatten fazla zamanım da var akşama kadar.. Hem şu ana kadar çok oyalandım ve çok fazla mesafe kaydedemedim.. Çayımı da içtikten sonra kıyı boyu turluyorum. Çok güzel bi yer. Sezon kapanmak üzere olduğundan kimse yok. Bi kaç balık tutan, temizlik yapan çalışanlar sadece..

   Çok fazla oyalanmadan bu kez yollanıyorum hemen. En azından Beypazarı'na kadar sürmeliyim bugün.. Çayırhan çıkışında güzel bi rampa daha.. Devasa termik santral in yanından geçip ilerliyorum.. İn-Çık lar yakamı bırakmıyor.. Yeşil bitki topluluklar görmek artık çok zor.. Sarı- kahverengi renkler baskın.. Çantırlı, Kuyucak ve hava kararmadan Beypazarı'na vardım.. Kamp kuracak pek uygun bi yer yok.. Şehrin biraz dışında varmış sanırım ama vakit geç artık. Şehre dalıp bakınıyorum hemen.. Uygun bi otel buldum.. Çok güzel, bisikletimi de içeri aldım. Odayı ve hizmeti göz önünde bulundurunca fiyat gayet uygun..(İpek Yolu Konağı.. Beypazarı merkezde havuç heykelinin karşısı. Dört katlı tarihi bi konağı otele çevirmişler. Otelden çok bi evde kalıyormuşsunuz hissi veriyor. Buraya gelirseniz bu tarzda bi yerde kalmak daha güzel olacaktır. Ben demiyorum genel olarak öyle bi düşünce mevcut.) Dükkanlar kapanmadan bi turladım.. Yemek yedim. Taze sıkılmış karadut ve havuç sularına doyamadım.. Genel olarak fiyatlar Sakarya'dan daha uygun. Tatlı bi şehir burası. Daha çok gezinmek istesem de vakit durmadan ilerliyor.. Yorgunum dinlenmem lazım.
3. Gün
Saat 9:00 civarı.. Buradan ayrılamıyorum.. Akşam kapalı olan restorana ait Mevlana kulesine tırmandım.. Kule kısmı artık kullanılmıyormuş ama başka bi şirkete devretmişler.. Tepeye çıkınca buranın nasıl değerlendirilmediğine hayret ediyorum.. Beypazarı'na her açıdan bakan çok güzel manzaraları var. Bu yükseklikten bakınca kaldığım otele benzeyen birçok konak daha olduğunu  farkettim. Sadece otel olarak değil birçoğu halen kullanılmakta olan evler sanırım. Bi dahaki sefere bi çay içerim artık burada.. Bii kaç foto alıp bugünkü yolculuğuma başlıyorum. Şimdiki hedef Ayaş.



   Ayaş’a doğru yol üstünde pek bi şey yok. Uzun uzun araziler, irili ufaklı dağlar tepeler.. Manzaralar müthiş ve benzer.. Ayaş a yaklaştım. Uzaktan görüyorum.. Güzel bi iniş var ama görünen o ki çıkış da var.. Sınırına girer girmez başladı.. Tırman tırman tırman. Bitmiyor. Bi süre sonra merkezdeyim. Bi çay içip bi şeyler atıştırmalı.  Oturduğum yerin işletmecisi Sakaryalı çıkıyor.. Çalışanlara Sakarya'dan geldiğimi söyleyince hayret ediyorlar. Kafayı mı yedin ne işin var.. Kimisi hayran kaldı kimisi pek inanamadı .. Yandaki esnaflar da dahil oluyor. Ama çoğu ilgiyle soruyordu; şöyle olursa nolur böyle olursa napacaksın.. Hemen hemen her şeye hazırlıklı olduğumu açıklıyorum ilgili gözlere. Her soruyu cevaplamaya çalışıyorum. Sakaryalı arkadaşla da muhabbet ediyoruz. Babası akyazıdanmış.. Sürekli gidip gelirmiş. Buradaki yoğun ilgi hoşuma gitti.. Birinin telefon numarasını aldım. Başıma bi iş gelmesi durumunda aramamı söylediler.  Sağ olsunlar. Yemek için daha erken. Ama tam çıkarken yöresel yemeklerin yapıldığı bi yer.. Bi şeyler alıyorum yolda yemek için. Merkezden yukarı büyük bir parktan geçip çıktım Ayaş tan. Kirazdibi göletinin yanından geçip köy yollarına düştüm.. Sanırım yolculuğun en ıssız günü bugün olacak. Öylede oldu.. Bu noktadan sonra telefonun çekmemesi ihtimaline karşı(ki çekmedi) haritanın fotoğraflarını çekiyorum.. Devam.. Kirazdibinden hemen sonra.. Ayaş Açık Ceza İnfaz Kurumu.. Buralar mesire alanı için uygun yerler ki öyle yapmışlar zaten.. Ama bi tarafta dışarda özgürce yiyip içen eğlenen oynayan insanları diğer tarafta da İnfaz kurumundakileri düşününce tuhaf bir komşuluk olmuş.. Bisikletimle duvarlarının önünde geçerken garip hissettim.. Ama haketmeseydi orda olmazdı; çok takılmadım. Zira düşünmem gereken daha önemli şeyler var. Kurumu çok geçmeden yol kenarında bi köpek, kocaman, bi şeye havlıyor .. Neyseki yokuş aşağı, basıyorum.. Tabi beni görünce hemen ilgisi bu yöne kaydı. Hah! bi tane de sağdan geliyor. Hızla geçtiğimden çok kovalamadılar.. Sakinliyorum. Ağır, ağır.. Yavaş yavaş.. Ortalık birden sessizleşti.. Durdum sanki ama hala sürüyorum.. -BEN VE KENDİM- Araç yok, ev yok, hayvan yok, insan yok.. Çorak araziler, dağlar tepeler.. Hafifçe esen rüzgar, mavi gökyüzü, parlak güneş.. Tekerimin sesi dışında ses yok. Yalnız olduğumu hiç bu kadar hissetmemiştim yol boyunca.. Müthiş anlar..
    Karaçukur, Aykut, Karakoyun, Atasoy ve Tekkeköy.. Tekkeköy’e varmadan acıktığımı hissediyorum. Uygun bi yer bulmak lazım.. İşte iki köylü .. Traktörün gölgesinde oturuyorlar. Yanlarına gittim hemen. "Yarım saat erken gelseydin beraber yerdik." Neyseki hazırlıklıyım. Yine de sağ olsunlar, kendi kavunlarından bi tane kesiyorlar benim için. Yemeğimi yerken muhabbet ediyoruz. Birçok yerde gördüğüm gibi burda da buğday ekimiyle meşguller.. Onların da köyü nde(Tekkeköy) genç nüfus çok az. Çocuklar okumak için gidiyor normal olarak çoğu dönmüyor. Kadın nüfusu düşükmüş köyün.. Başka köylerden de buraya gelin gelmediğinden yakınıyorlar..:)) Bi terslik var demek ki.. Neyse, çok kurcalamayayım. Kavun için teşekkür edip yanıma aldığım bazı nevalelerden ikram ediyorum.. Onlar işlerine ben yoluma.. Devam..! Mola verdiğim yerden 10 km ötede Tekkeköy.. İniş çıkışlar bitmek bilmiyor.. Ve köy uzaktan belirdi.. Waaay güzel manzaralı bir yalak.. Yüksekçe, Tekkeköy ve buğday tarlalarını görüyor.. Burda da tarla süren 50li yaşlarda bi köylüyle tanışıyorum.. Muhabbet ediyoruz. Sakarya'dan geldiğime inanmadı..
-Allah Allah deli misin divane misin tek başına napıyon ya.
+Bisiklete bi alışırsan herşeyi yaparsın dayı..
-Teker patlarsa?
+Yedek lastik var.
-Zincir koparsa?
+Yedeği var.
-(tuhaf bi kahkaha) yaw telefonu nasıl şarj ediyon?
+Yedek bataryam var.
- Allah Allah yaw napıyon sen yaw(gülüyor)
  Gitmem lazım diyorum bırakmıyor.. Yalnız başına tarla sürüyor. Belli ki sıkılmış.. Biraz daha kalıp bi kaç foto dan sonra devam ediyorum..


  Tekkeköy, Anayurt, Malıköy, Alcı, Ballıkuyumcu, Aşağıyurtçu ve Yukarıyurtçu.. Son üç köy Ankara- Eskişehir yolu üstünde.. Bu yola girmeden önce sanırım yön duygumu kaybettim.. Sıcaktan mı yorgunluktan mı, harita elimde olmasına rağmen bi türlü aklım almıyor.. -ERROR-    Yol kenarında sordum birine.. Ankara'yı gösterdiği halde ısrarla tersi yönünde olduğunu iddia ediyorum.. Ankaralı adamdan iyi mi bili cen..!?(o an öyleydim ama) Allah Allah deyip sürmeye başladım.. Ankara Eskişehir yoluna vardığımda adamı dinlemeyip doğru bildiğim yöne döndüm ki çok geçmeden Eskişehir 'bilmem kaç km' tabelasını görünce kuzey güney doğu batı bi anda yerle bir oldu kafamda.. Mecburen geri dönüp yolun karşısına geçtim.. Bi an, tabelalara bağımlı olduğumu hissettim. Ama kafamı toparlamaya çalışıp sürmeye odaklanmalıydım.. Yukarıyurtçu da baya yukarıdaymış.. Artık yorgunluğa dayanamayıp bi petrole attım kendimi..

   Gölbaşı'ndan geçecektim.. Hemen haritaya bakıyorum mogan gölü ooo daha 25 km kadar daha var.. Soruyorum yol durumunu.. "10km kadar rampa var." Saat 17:00 ı geçti.. Mogan gölü kıyısında kamp yerleri varmış.. Hatta belediyeye ait güvenlikli bi yer de var. Konuştuğum, yolu ve rampayı tartıştığımız adamlardan biri petrolün müdürüymüş.. "Burda kalabilir miyim? Çadırım var, uygun bi yer gösterin, size engel olmayacak şekilde, kalırım orda.." Sağ olsun ilgileniyor.. "Çay kahve istediğin kadar içebilirsin." Çok iyi.. Gidememe durumunda yerimi garanti altına aldım ancak hala kararsızım.. Hala gidebilirsin diyor bi yanım.. (Yol boyunca en kararsız olduğum anlar olacak buradakiler) Güneş de iyiden iyiye saldı kendini.. Artık kahvaltıyı gölbaşında yaparım deyip çadırımı alıp bana gösterilen yere kurdum..

4. Gün
   Saat 5:30 civarı.. Müthiş bi soğuk. Beypazarı'ndaki rahatlıktan sonra burası  karbondan inip demire binmek gibi.. Bu saatten sonra uyumaya çalışsam da pek verimli uyuyamadım.. 7:30 gibi kalkıp toparlanmaya başladım.. Eşyalar, çadır, bagaj derken, çalışırken ısınmış oldum.. Tamamdır diyip bisiklete biniyordum ki o da kim.. Büyük sırt çantalı biri yaklaşıyor.. Andre. Rusya'dan gelmiş. Otostopla Türkiye turuna çıkmış.. Hedeflediği sürenin(1ay) sonuna varmak üzere.. Benim bagajımdaki kadar bi yük sırtında.. Kısa bi muhabbetten sonra(tabi onun da benim de ingilizce yetersiz olunca) Beypazarı'ndan aldığım cevizli sucuktan ikram ediyorum biraz.. Eh o yoluna ben yoluma.. Şu zamana kadar hiç bisikletli denk gelmedi, gelmeyecek de.. Ama bir çok motosikletli turcuyla karşılaştım.. Selam vermeyi ihmal etmiyorlar.. Bu bisiklet sürme eylemini gerçekleştirirken en çok hoşuma giden şeylerden biri de bu.. Birbirlerini hiç tanımasalar da turcular arasında evrensel bir destek, bir dayanışma var ortada.. Evet. Gölbaşına yaklaşık 25km olması gerek.. Kahvaltı öncesi güzel bi antrenman.. Ancak inanılmaz bi trafik, üç şerit ve hepsinde vızır vızır araçlar.. Tırmanmaya devam ediyorum.. Görülecek bi şey yok yol boyunca.. Ta ki Mogan gölü kendini gösterene kadar..


  Dodurga, İncek, Hacılar ve Gölbaşı.. Yoruldum, açım(şurası iyi gibi. Bi şeyler yiyip dinlendikten sonra çok oyalanmadan devam.. Gölbaşı'ndan  çıktım.. Kayda değer pek bi şey yok sürüş dışında, yolun devamında.. Güzel bi tırmanıştan sonra nefeslenmek üzere durmuşken bi motosikletli yanaştı.. Alper. Konya da hukuk okuyormuş.. Aynı zamanda kendi motoruyla kuryelik yapıyor.. Bisiklete zorladım biraz ama bakalım.. Bir günlüğüne Konya'dan  Ankara'ya turlamaya gelmiş.. Tanışır tanışmaz ilk sorduğu soru zor olmuyor mu.. Arabadakiler de aynı şeyi sana motor için söylüyor de mi..!? Kısa bi muhabbetten sonra devam ediyoruz.. Daha çok yol odaklı bir gün oluyor.. Hava sıcak.. Öğle yemeği için mola verdiğimde yandığımı farkettim.. Gerekli önlemi alıyorum ancak yeterli olmayacak..

   Güneş baya alçaldı.. Yaşam Park diye bir yer var ilerde; çok iyi..! Gerçekten de güzel bir yer. Ağaçlık bi alan var tam çadırlık.. Petrolün hemen arkası.. Konuştum hemen birileriyle ama yolculuk boyunca ilk kez olumsuz bir karşılık aldım.. -BURASI YASAK PARK-   Daha erken sayılır.. Uygun bi yer bulurum muhakkak.. Yaşam Park ı Yasak Park olarak hafızama kazıyıp devam ediyorum.. Bi kaç km sonra yine geniş bi petrole vardığımda muhabbete başlar başlamaz kamp yerime geldiğimi anlıyorum..:) çadır kuracak yer olmasına rağmen içerde müşterilerin oturup çay içtiği yerde gece bi yer ayarlarız dediler.. Çok güzel. Bir öncekine göre buradaki çalışanlar daha cana yakın, samimiydi.. İlerleyen saatlerde "Boşver sen en iyisi mescidde yat gece pek kimse kullanmıyor zaten." dediklerinde bunu daha iyi anlıyorum.. Sakarya'dan geldiğimi duyunca şaşırıyorlar tabi.. Klasik: "Manyak mısın, ne işin var, başına bi iş gelse.." Güzel güzel anlatmaya çalışıyorum.. Bi nebze de olsa akla çok uzak olmadığını gösterdim sanırım.. Buna rağmen ısrarla: "Bi kamyonla, tırla konuşalım at arkasına bisikleti Nevşehir'de in." :) olabilir tabi, başından beri olabilirdi de o zaman ne anlamı kalırdı bunun.. "Ya boşver onu bunu bak bir sürü kamyon var." :)) muhabbet güzel, sınırsız çay çok iyi.. Ama dinlenmeli.. Buradan Nevşehir'e yaklaşık 200km daha var.. Tüm gece acaba yarın zorlasam varır mıyım falan.. Karanlığa kalırsam da aydınlatmalar tam.. 4 gün boyunca hiç kullanmadığımdan hepsinin şarjı tam.. Bunları düşüne düşüne bir önceki günün rahatsız, soğuk, daha az güvenli kamp yerinden uzak kapalı sıcak ve rahat yerimde uyuyakalıyorum..
5.Gün
   Saat 7:30 civarı.. Bugün en erken yola çıktığım gün olacak.. Tabi aklımda dünkü mevzu.. Çayımı içip bi şeyler atıştırıyorum.. Kafamda tuz gölünde kahvaltı yapmak var.. Mesai bitimine yakın çıktığımdan önceki akşam ve gece vardiyasındaki herkes bir araya geliyor.. Hepsiyle vedalaştım.. Oteldeymişim hatta evimdeymişim gibi rahat ettim.. Sağ olsunlar. Şimdi sürelim.. Tabi müziğin de etkisiyle yoğun bi enerji hissediyorum.. Gece erken uyudum ve deliksiz kaliteli bi uyku çektim.. Yola çıkma saati de fena sayılmaz.. Aslında 200km yapmak için kötü bi başlangıç değil..


  15-20 km kadar tempolu bi sürüşten sonra ki bu aynı zamanda tuz gölünün başladığı yere denk geliyor, fena bir rüzgar başlıyor.. Yola çıkmadan evvel "Rüzgar arkandan essin." dileklerinde bulunmuştu bazı arkadaşlar.. Yol boyunca pek rüzgar yoktu ama sanki bugün, böyle bi niyete girmişken, sırf bana inat olsun diye, dört gündür ortalıkta görünmeyen rüzgar birikip birikip bir anda yüzüme çarpmaya başlamıştı.. Gerçekten sinir bozucu.. Tuz gölü müzesine kadar devam etti böyle.. Burada kahvaltımı yaptıktan sonra göl üzerinde bir iki tur atıp çayımı da içtikten sonra rüzgarın dinmiş olmasını ümit ederek çıktım yola..


  Tuz gölü boyunca yine çok güzel manzaralar eşlik ediyor.. Yıllardır bu yol üzerinden otobüsle geçerken şu doğada yürümeyi veya bisiklet sürmeyi hayal etmişimdir birileriyle.. Çünkü yalnız başıma yol alacağım aklıma gelmiş olsa da bu ıssız ortam ürkütmüştür beni.. Ama yıllar sonra bunun gerçekleşebilme ihtimaline olan inancımın artması ve zamanla gelişip bu şekilde eyleme dönüşmesi gerçekten müthiş duyguydu o an.. Yanımda akıp giden manzara güzel olmasına güzel de sanırım bunun bi bedeli var ve o da şu anda yüzüme yüzüme vuruyor.. Ne rüzgarmış yaw..


  Tuz Gölü, Tuz Gölü, Tuz Gölü, Şeyhkuyusu ve Şereflikoçhisar.. Buraya kadar bırakmadı rüzgar.. Bi çay içeyim. Bi kamyon/tır şoförüyle konuşuyorum..

-Çok var mı Aksaray'a?
+Daha 50-60 km var; yolun çoğu rampa nerdeyse..
-(Naptın abi sen yaaa..!) Yapma yaw.

  60km kadar yol yaptım, daha saat erken ama rüzgar yıprattı baya.. Bi hayal kırıklığında gördüm kendimi o an gelecekte bi yerde.. Çok oyalanmadan çıktım hemen yola.. Şereflikoçhisardan sonra tuz gölü bir süre daha benimleydi ve rüzgar da tabi.. Sonrasında şofürün dediği gibi rampa başladı ama ciddi bi eğimde değildi.. Böyle devam ederse iyi olur.. Yer yer sıkıntılı yerler olsa da yol genel olarak bu şekildeydi.. Öğle yemeğine kadar molaları önceki günlere göre çok daha kısa tuttum.. Düşündüğümden daha iyi yol yapmıştım buraya kadar.. Evet Aksaray'a 15-20km kaldı.. Öğle molasından kısmadım.. Şayet Nevşehir olacaksa hedefim daha 80km üzerinde bir yolum var.. Tuz Gölü, Altınkaya, Sarayhan, Acıpınar, Baymış, Çimeliyeniköy, Hırkatolu ve Aksaray.. Aksaray merkeze varmadan sola(Nevşehir'e) sapınca fena bi rampa var.. Otobüsle geçerken hiç anlamıyorsun bile.. Ama bugün buradan geçerken saygı duyuyorum.. Aşırı sıvı kaybettim .. Her fırsatta bi şeyler içmeye çalıştım.. O rampadan sonra Gençosman köyünden yine bi şeyler içtikten sonra çıktım yola.. Bir süre sonra farkettim ki eldivenlerim yok.. Bagaja çantamın üstüne koymuştum .. Bi tanesi oradaydı ama diğeri yok.. Geri dönüp alsam mı tereddütte kaldım bi an.. Zaten eskimişti baya, yenisinin zamanı gelmişti.. Hem vaktim daraldı geri dönmek karanlıkta süreceğim zamanın lehine olacaktı.. Geride kalanları geride bırakma vakti işte bu noktadan sonra başladı.. (Tabi bu, bazı nesneler için geçerli.. BİSİKLETLİLER DERNEĞİ nin bi üyesi olarak bir kimseyi geride bırakmak yakışmaz..)Zira artık Nevşehir e bi şekilde ulaşacaktım bugün, gece veya her ne şekilde olacaksa..Tek eldivenle devam..!!
Gençosmandan sonra yol inanılmaz berbat.. Mıcırlı yol.. Emniyet şeridi çok kullanılmadığından buradaki taşlar bağımsız harekete ediyor ve sürüş konusunda gerçekten büyük bi problem..
  Burada da ciddi iniş ve çıkışların olması bu tehlikeyi bi kat daha arttırıyor.. Gün batımına yakın sıralarda müthiş görsel ziyafetler çekiyorum.. Tırmandığım her büyük rampanın sonunda durup izledim bunu nerdeyse.. Ve her seferinde de güneş biraz daha aşağı inmiş oluyordu..

  Hava tam anlamıyla kararmadan Acıgöle varırım diye düşünmüştüm ancak öyle olmadı.. Yolculuk boyunca ilk karanlık sürüşüm olacaktı bu.. Tabi bunu yapmamın sebebi de artık hedefime çok yaklaşmış olmamdı.. Gençosman, Ağzıkarahan, Yalnızceviz, Bebek, Çağlayan, Cunhuriyet, Alayhanı, Yalman vee Acıgöl.. Eğer Acıgöle geldiyseniz artık Nevşehir'de sayılırsınız.. Hava tamamen karardı.. Ancak güzel bi huzur içindeyim.. Eve varacak olmanın heyecanı Aksaray dan itibaren tüm kötü koşullara rağmen bana ciddi bi motivasyon kaynağı oldu.. Son molamı veriyorum.. Şu ana kadar içtiğim en güzel çay..:) tarif edilemez bi keyif içindeyim.. Ancak daha 20km kadar yolum var. Karanlık, yol kötü, kamyon ve otobüsler eksik olmuyor.. Aydınlatmalar çalışıyor ama ateş topu da olsam yine de yetersiz kalırdı.. Ne kadar da yakınlaşmış olsam da durum bundan ibaret.. Mola verdiğim petrolde ısmarladıkları çay için teşekkür edip ayrıldım.. Önceki 4 günün biriken yorgunluğunu dahil etmesem bile son gün şu  noktaya kadar 170km den fazla yol yaptım ve tuhaf bi şekilde fiziksel anlamda o kadar da yorgun hissetmiyorum.. Belki de diğer güzel duygular bunu bastırıyordu, emin değilim.. Ama Nevşehir'e vardığımda yol almam gereken bi mesafe daha olsaydı sürebileceğimden emindim..:)
Veee işte o tabela.. Nevşehir……



Şimdi sürelim..

2 Ağustos 2016 Salı

yok işte

Sanki yeterince yokmuş gibi kelimeler.. Bir de ben mi israf edeyim! Edeyim.
Başlamakla başım belada. Birçoğumuza gelip geçmiş, bihaberlere gelmesi kesine yakın ve şu an gelmiş olan bazıları. Bu zor bir iş; sağlam bir sonuca bağlanıyorsa. İnsan kendisini maddi manevi tüm varlığıyla bir şeye adarsa, o şey için yapmak istediğini yapmaya engel hiçbir şey yoktur. Burası ikinci kısım. 1.kısım yani başlamak daha önemli. Ondan da önce bir nesneye(belirtili veya belirtisiz) ihtiyaç var ki tüm mesele bu. Kendini adayacağı şeyi doğru seçerse,insan, bundan sonrası ne kadar zor görünürse görünsün, çok kolaydır.